ALDATILAN KOCA
Koca, eşi aleyhine "boşanma" davası ikame etmiş ve "eşinin kendisini başka bir erkekle aldattığını" iddia etmekteydi. Yargılama aşaması başlamıştı. Deliller sunulmuş, tanıklar gösterilmişti. Davacı yanın tanıklarından biri ilginçti. Şöyle ki; davacı koca, eşinin kendisini aldattığını iddia ettiği kişiyi tanık göstermişti. Değişik anlatımla, koca; "eşim beni x adındaki kişi ile aldatıyor" iddiasında bulunup, "x adındaki kişiyi de tanık göstermişti".
Başlangıçta Davalı Vekili olarak bu kişinin tanık gösterilmesinden memnun olmuştum. Zira; bu kişinin mahkemeye gelip "evet iddia doğrudur, benim davacının karısıyla ilişkim oldu" şeklinde beyanda bulunmasına doğrusu hiç ihtimal vermiyordum. Zira bu kişinin de "evli" olduğunu önceden öğrenmiştim.
Bu güvenle duruşmaya gitmiştim.
Ancak, Adliye Koridorunda gördüğüm manzara beni endişelendirmeye başlamıştı. Zira; davacının eşi ile evlilik dışı ilişkisi olduğu iddia edilen kişi, yani x, davacı koca ile birlikteydi ve son derece "samimi" davranışlar sergiliyorlardı.
Bu nedenlerle, bu tanığın "yalancı" tanık olabileceğini düşünmeye başlamıştım.
Bu duygular içerisinde duruşma başlamış ve "x" in ifadesine geçilmişti.
Ancak, "x" öylesine inandırıcı ve samimi ifadeler veriyordu ki; bu kişi ile müvekkilemin evlilik dışı ilişkisi olduğuna.doğrusu ben de inanmaya başlamıştım. Zira "x" müvekkilemle olan ilişkisini öylesine ayrıntılı anlatıyordu ki, inanmamak elde değildi.
Esasında müvekkilem de boşanmayı istiyordu.
Neticede Mahkeme "yanların boşanmalarına" karar vermişti.
Burada ilginç ve şaşırtıcı olan; ülkemiz insanı ve o dönemlerin sosyal anlayışına göre "namus meselesi" olması gereken ve genelde "ölümle" sonuçlanabilecek bir "aldatma" olayında; "aldatılan" tarafın, -sanki- "iyi ki aldatıldım" dercesine "aldatılma" olayını lehine kullanmış olması ve hiçbir tepki göstermemesiydi.
Sözün kısası, tanık duruşmada hazır olan davacı koca önünde "evet ben davacının karısıyla cinsel ilişkiye girdim, kendisini karısıyla aldattım" şeklinde açık itirafta bulunmasına karşın, davacının sessiz kalması ve "bak gördünüz mü, dediklerim nasıl kanıtlandı" dercesine sevinmesiydi.
İnsanoğlunun olaylara ve sosyal ilişkilere bakış şekli ve tepkileri zamanla nasıl da değişiyor.
İNTERNETİN YIKTIĞI EVLİLİK
Çok uyumlu çift olarak tanıdığım genç evliler, evliliklerinin tahminen dördüncü ya da beşinci yıllarında "boşanmak" için bana geldiler. Yanları dinlediğimde; erkeğin kararsız olduğunu, hatta boşanmak istemediğini, ancak kadının boşanma yönünde çok kararlı ve ısrarlı olduğunu hemen anlamıştım.
Boşanma nedeni olarak da ciddi hiçbir neden gösteremiyorlardı.
Kendilerinden "boşanmalarını gerektirecek hiçbir nedenin bulunmadığını, evliliklerini devam ettirmelerini" ısrarla ve defalarca istemiş olmama karşın kadını kararından vazgeçirememiştim.
Erkek de hiç istemediği halde, gururundan ve belki de çaresizliğinden boşanmaya razı olmuştu.
Davayı açmıştım.
Henüz duruşma yapılmamıştı ki, koca büroya gelmek ve benimle mutlaka görüşmek istediğini söylüyordu.
Randevulaştığımız saatte büroma gelmişti.
Elindeki belgeleri uzatarak "şunlara bakar mısın abi?" dedi.
Belgelere baktığımda şaşırmıştım. Zira; bilgisayardan yazdırıldığı anlaşılan bu yazılarda ısrarlı ve kararlı şekilde boşanmak isteyen kadının, "chet" yoluyla tanıştığı belli olan bir erkekle, karşılıklı olarak "aşk ve cinsellik" dolu yazışmalar yaptığı anlaşılıyordu.
Koca, eşinin elektronik posta adresinin şifresini kırmış ve gelen ve giden tüm "e-maillerini" okumuş ve yazıcıdan birer örneğini almıştı.
Hiçbir şey söyleyemiyor ve yalnızca yazılara bakıyordum.
Bir süre sonra sessizliği kendisi bozdu ve ayağa kalkarak;
"Abi ne olursun, bir an evvel bitir bu işi" dedi ve çıktı.
GECİKEN ADALET VE ENFLASYON CANAVARI
İran uyruklu bir müvekkilim Türkiye'de trafik kazası geçirmiş ve yabancı markalı arabası hurda olmuştu. Kusur tamamen kazaya neden olan kamyon şoförü Türk sürücüdeydi. Kaza Düzce'de olmuş ve davalının ikametgâhı ise Adana'daydı. Bu nedenle, İstanbul'a en yakın yetkili mahkeme olan Düzce'de önce tespit yapıp, sonra da tazminat davasını açmıştım.
Tazminat miktarını da zorunlu olarak TL. karşılığı talep etmiştim.
Davalıya uzunca bir süre tebligat yapılamamış, bu nedenle de yalnızca tebligat yapmak için yaklaşık 1-2 yıl geçmişti.
Tebligat yapıldıktan sonra alınan bilirkişi raporunda; hurdaya dönen müvekkilin aracına İtalya'daki değeri değil, Türkiye'deki değeri olduğu iddia edilen bir rakam gösterilmişti. Ancak bu değer aracın gerçek değerin çok altında bir rakamdı.
Bunun yanlış olduğu yönünde rapora itiraz etmiş olmama rağmen "teknik bir konu olduğundan" itirazım reddedilmiş ve yaklaşık 3 yıl sonra dava bilirkişi raporu doğrultusunda (gerçek zararın çok altında bir rakam ile) sonuçlanmıştı.
Kararı icraya koyduğumda karşı yan kararı temyiz etmiş ve dosyaya teminat koyarak icrayı durdurmuştu.
Dosya Yargıtay'a gitmiş ve yaklaşık 2 yıl sonra "davalıya yapılan tebligatın usulsüz olduğundan" bahisle karar bozularak dönmüştü.
Davalıya yeniden tebligat çıkarılmış ve dava yeniden sıfır noktadan başlamıştı.
Davalı cevap dilekçelerini vermiş, tanık göstermiş, bir kısım tanıkları talimatla dinlenmiş, yeniden bilirkişi raporu alınmış ve neticede yine 2 yıllık bir süre daha geçmişti.
Bu arada Türkiye'de enflasyon canavarı boş durmamış ve her yıl paranın değerini pula çevirmişti.
Dava Düzce Mahkemesinde görüldüğünden fahiş bir masraf oluşmuştu.
Neticede dava lehimize sonuçlanmış, ancak aradan geçen süre parayı pul etmişti.
En sonunda kararı icraya koymuş ve alacağı tahsil etmek için birkaç kere de Adana'ya haciz yapmak üzere gitmiştim.
Neticede icra yoluyla paranın tahsili de yaklaşık 1 yıllık süre almıştı.
Böylece kazadan paranın tahsiline kadar yaklaşık 7-8 yıllık bir süre geçmiş ve tahsil edilen para ancak masrafları karşılamıştı.
Müvekkil yabancı uyruklu olduğundan durumu kendisine bir türlü anlatamıyordum.
Gerçekten de mantığın almayacağı bir durum vardı. Kendisine hak vermiyor da değildim.
Hangi çarpıklığa haklı neden bulabilirdim ki...
Geciken adalete mi?
Yüzde ikiyüzlere varan enflasyona mı?
Paramızın Dolar karşısındaki değerine!!! mi?
Bulamadım elbette...
ADALETTEN KAÇILMAZ
Bağcılar Adliyesinde Asliye Hukuk Mahkemesinin salonunda duruşma sıramı bekliyordum. Sırada bir boşanma davası vardı. Davacı yaşlıca bir erkekti. Yargıç dosyayı önceden incelemiş olduğundan davacıya dönerek "anlaşma olmadı mı?" diye sordu. Adam da "olmadı Hâkim Bey, boşanmak istiyorum" dedi. Bunun üzerine Yargıç "tanığın var mı" diye sordu. Adam da "dışarıda oğlum var, oğlum olur mu Hakim Bey?" diye sordu. Yargıç da "olur tabi" dedi. Bunun üzerine Adam oğlunun ismini mübaşire söyledi, mübaşir de yüksek sesle adamın oğlunu çağırdı.
Adamın oğlu 35-40 yaşlarında biriydi. Salona korku dolu bakışlar ve şaşkınlık içinde girdi. Belli ki böyle bir duruma hazırlıklı değildi. Yargıç adamın ismini sorduktan sonra "davacının oğlu musun" diye yeniden sordu. Adam da "evet oğluyum" dedi. Yargıç adama döndü ve "babanla annen neden geçinemiyorlar, bildiklerini anlat" dedi. Adam bildiklerini anlatmaya başladı. Adam sanki başına gelecekleri tahmin etmişçesine titriyor ve yaşadığı korku ve heyecan yüzünden okunuyordu. Bu arada da Yargıç da sürekli olarak dosyadaki bir belgeye bakıyordu.
Tanık bildiklerini anlatırken Yargıç mübaşiri çağırdı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Mübaşir "anladım" dercesine kafasını salladı ve dışarı çıktı. Tanık tam ifadesini bitirmişti ki, mübaşir bir polis ile kapıya geldi. Yargıç davayı bitirdi, yanların boşanmalarına ilişkin kararı açıkladı, tanığın imzasını aldı ve tanığa dönerek "sen aranıyormuşsun, gelen nüfus kayıtlarına not düşmüşler, seni gereği yapılması için Savcılığa teslim etmek zorundayım" dedi ve polise dönerek "beyefendiyi Nöbetçi Savcıya teslim edin" dedi.
Adam aniden gelişen bu olaylar karşısında ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Anne ve babasının boşanmalarının üzüntüsünü yaşarken, bir de başına bu durum gelmişti. Korku ve şaşkınlık içinde babasına döndü ve sanki "bak ne yaptın" dercesine anlamlı bir şekilde baktı. Baba ise daha da şaşkın bir haldeydi ve sanki "ben ne yaptım" dercesine korku yaşıyordu.
Polis, adamın oğlunu götürürken, adam "hem 40 yıllık eşinden boşanmış olmanın, hem de farkında olmadan oğlunu kendi elleriyle yakalattırmış olmanın üzüntüsü ve şaşkınlığını yaşıyordu.
Duruşma salonunda tam bir aile dramı yaşanmıştı. |