MEKTUPLARIMI İSTİYORUM
Bir zamanlar insanlar bir birine "mektup" yazarlardı.
Mektupla haberleşirlerdi.
Mektupla anlatırlardı; duygularını, düşüncelerini, üzüntülerini, sevinçlerini, özlemlerini, kaygılarını, kızgınlıklarını, korkularını, sorunlarını ve her şeylerini.
İlânı-ı aşklar, sevgiler ve hatta evlenme teklifleri bile hep mektupla yapılırdı.
Mektupları okudukça O'nu tanırdınız, okudukça O'nu anlardınız, okudukça O'nu görürdünüz, okudukça sevginiz artardı.
Okudukça aşkı yaşardınız, sevdâyı yaşardınız. hasreti, özlemi, acıyı yaşardınız.
gözyaşı görürdünüz bazen.
Kokusunu duyardınız sanki O'nun. Görürdünüz O'nu sanki.
Saklardınız sonra o kâğıt parçasını "O'ndan" diye.
Yaşanan büyük aşkların çoğu mektuplarda yaşanırdı zaten.
Postacı yaşamınızdaki önemli insanlardan biriydi o zamanlar.
Postacıyı dört gözle değil, tüm benliğinizle beklerdiniz.
İnşallah bize de uğrar diye merakla izlerdiniz.
Postacı evinize yaklaştıkça heyecanınız artar, kalbiniz yerinden oynardı.
Çoğunlukla da uğramazdı. Ama her gün umutla beklerdiniz evinize uğramasını.
Ve evinize doğru yöneldiği ve kapı zilinizi de çaldığı zaman. Dünya dururdu sanki. "acaba kimden mektup geldi" merakı içinde, yeni ve tatlı bir heyecan duyardınız.
Zarfa bakardınız önce.
Değişik zarflar vardı; dört köşe, uzun, renkli zarflar.
Zarfın üzerindeki yazı bile önemliydi. Özenle mi yazılmış, yoksa öylesine mi? Daha zarfın üzerindeki yazıdan pek çok şeyi anlayıverirdiniz.
Sonra itina ile zarfı açar ve pür dikkat okumaya başlardınız.
Mektup yazmak o zamanlar bir sanattı aslında.
Her bir mektup bir sanat eseriydi sanki. Okuduğunuz yazıdan, yazanın ruh hâlini de görebilir, anlayabilirdiniz.
Yani demek istemem o ki; kanlı ve canlıydı mektuplar.
Ne oldu o güzelim mektuplarımıza?
(Adalet Org Sitesinde yayınlanmıştır)
|