YARGIÇ ADİL BEY 

Yargıç Adil Bey o sabah da kuş sesleriyle uyanmıştı. 
Odası güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanmıştı. 
 
İyi uyumuş ve dinlenmiş bir şekilde doğruldu. Sağlıklı hissediyordu kendisini. 
 
Kalktı ve yatak odasının geniş penceresine yöneldi. Henüz uyumakta olan eşi Adalet Hanımı uyandırmamak için perdeyi usulca açtı.  
 
Yatak odası, villâsının bahçesine bakmaktaydı. Geniş bir alan üzerindeki bahçesine kendi elleriyle meyve ağaçları dikmişti. Şimdi her biri meyve dahi vermeye başlayan bu ağaçlara her tür kuşlar konmaktaydı. 
Çok severdi kuşları, huzur duyardı ve ruhunu dinlendirirdi kuş sesleriyle. 
 
Bir süre ağaçlara ve dallardaki kuşlara sevgiyle baktı. 
 
Sonra eşofmanlarını giydi ve tam yatak odasından çıkmak üzereydi ki, eşi Adalet Hanımın sesi ile geriye döndü.  
Uykulu bir ses tonuyla, her gün yaptığı uyarıyı yineledi Adalet Hanım: 
"- Hayatım fazla yorma kendini, dikkat et belini falan incitme" dedi.  
Adalet Hanım biliyordu ki; Adil Bey her sabah düzenli olarak "spor" yapardı. Bu alışkanlığı yıllardır süregelmekteydi. Bu yüzden Adil Bey genç kalmış, enerjik ve dinamik bir yapıya sahip olmuştu. 
"- Merak etme Canım, sen uyumana devam et" dedi Adil Bey eşine. Yıllar boyunca Adalet Hanım kendisine "hayatım" O'da Adalet Hanım'a "canım" diye hitap ederdi. 
 
Sonra, ev halkının diğer bireylerini uyandırmamak için yine ayaklarının ucuna basarak, yatak odasından çıktı, ahşap merdivenlerden inmeye başladı. 
 
Adil Bey'in evi, müstakil ve bahçeli bir villaydı.  
Maaşlarından biriktirdikleri para ve çok az da banka kredisi kullanarak, eşiyle birlikte kendileri yaptırmıştı. 
 
Adil Bey büyük bir şehirde Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan bir "yargıçtı". 
 
Oldukça hatırı sayılır maaş almakta, bu maaşıyla da eşi ve iki çocuğuyla birlikte gül gibi geçinmekteydi. 
 
Aslında tüm ülke genelindeki yargıç ve savcıların maaşları oldukça iyi sayılırdı. Bu yüzden Yargı kurumlarında rüşvet, zimmet, irtikâp gibi suçlar hiçbir zaman görülmez ve duyulmazdı. En güvenilir kurumların başında Yargı Kurumları gelirdi. Yargıçlar da en "güvenilir" meslek olarak kabul edilirdi. 
 
Adil Bey, villasının bodrum katının bir tarafına tüm spor âletlerini, bir tarafa da bilardo ve masa tenisi koydurmuş, kalan küçük bölüme de sauna ve ısıtmalı havuz yaptırmıştı. Bunların çoğunun tasarımlarını kendisi tasarlamıştı. 
 
Adil Bey, önce koşu bandında bir süre ter attıktan sonra, sırasıyla tüm aletleri kullanarak günlük sporunu tamamladı. 
 
Sonra ısıtmalı havuzuna girerek bir süre yüzdü.  
Aslında villasının bahçesinde büyük havuz daha vardı ama, onu yazları kullanırdı. 
 
Adil Bey, üşütmemek için hızlı bir şekilde yukarı çıktı. Ev halkı da uyanmıştı bu arada. 
 
Büyük salonda kahvaltı hazırlığı yapılmaktaydı. 
 
Ebeveyn banyosuna girerek duşunu aldı, tıraş oldu ve giyinerek salona indi. 
 
Güzel Sanatlarda okuyan büyük kızı Adilay ile lise son sınıfa giden oğlu Haktan kahvaltı masasında yerlerini almışlardı. 
 
Önce Adilay babasının yanına gelerek; 
"- Günaydın Babacığım" dedi ve Adil Bey'in yanağına bir öpücük kondurdu. 
"- Günaydın benim tatlı kızım" diyerek de Adil Bey karşılık verdi. Aynı şeyleri oğlu Haktan'da yapmıştı. 
 
Hizmetçi bayan kahvaltıya yardım ediyor, herkese ne içeceğini ve ne yiyeceğini soruyordu. Kahvaltı masası oldukça zengindi. Her şeyden birkaç çeşit vardı.  
 
Aile birbirine çok bağlı ve saygılıydı. 
Bunda Adil Bey'in meslekten gelen titizliği, ciddiyeti ve tecrübesinin yanı sıra, eşi Adalet Hanım'ın öğretmen olmasının da rolü büyüktü. Her ikisi de "aile" yaşamına önem vermişler ve çocuklarını "sıcak aile" ortamında yetiştirmişlerdi. 
Bu yüzden çocuklarının da kendilerine olan güvenleri artmış, yaşama ve insanlara barışık yetişmişlerdi. 
 
Hoş sohbet içinde geçen kahvaltı bitmiş ve başta Adil Bey olmak üzere herkes çıkma hazırlıklarına başlamışlardı. 
 
Hizmetçi bayan kahvaltı masasını toplarken Adilay babasına dönerek; 
"- Babacığım bu gün okula kendi arabamla gidebilir miyim?" diye sordu. 
Adil Bey önce eşine baktı ve yılların alışkanlığı ile sanki Adalet Hanım'ın buna izin vermediğini anlayıvermişti. 
"- Hayır yavrucuğum, arabanla gidemezsin" dedi. Sonra bunun mantıklı gerekçesini açıklama zorunluluğunu hissetti; 
"- Güzel kızım, herkes okuluna ya da işine arabayla gitmeye kalkarsa, bu şehrin trafiği nasıl olur? Bir düşünsene." dedi.  
Adil Bey'in bu düşünceleri, kendisinin yargıç olmasından değil, toplumcu ve paylaşımcı yapısından geliyordu. 
 
Adilay, babasının verdiği yanıttan ve gerekçesinden tatmin olmuştu. 
"- Haklısınız babacığım" dedi. 
 
Adil Bey, kızını ikna etmiş olmanın mutluluğu ile oğlu Haktan'a döndü; 
"- Oğlum, bakıyorum da bugün harçlık istemiyorsun, hayrola?" diye sordu. Haktan lise son sınıfa giden ve bıyıkları henüz terlemeye başlayan, ince yapılı, uzun boylu yakışıklı bir gençti. 
"- Babacığım, dün öğrenci bursumu çektim, param var, teşekkür ederim" dedi. 
"- Aaa, tabii" dedi Adil Bey, sonra da anımsamış olarak; 
"- Çocuklar ne kadar şanslısınız, devletimiz artık üniversiteli öğrencilerden sonra, liseli ve hatta ilköğrenime giden öğrencilere dahi burs veriyor, bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu" diye devam etti. 
Sonra eşi Adalet Hanıma dönerek; 
"- Canım sen ne yapıyorsun bugün?" diye sordu. 
Adalet Hanım kızı Adilay'ın saçını düzeltirken; 
"- Hayatım, biraz sonra arabamı servise götüreceğim, oradan okula gideceğim, akşam da hayvan hakları konulu bir toplantıya katılacağım, belki bu akşam biraz gecikirim" demesi üzerine;  
"- Canım istersen o toplantıya bizim kedileri, köpekleri ve kuşları da götürsen fena olmaz" diye esprili bir şekilde karşılık verdi.  
 
Adil Bey, ev halkıyla ayrı ayrı vedalaştı ve villanın kapısından çıktı. 
 
Kapıda bahçıvanın çimleri ve gülleri sulamakta olduğunu gördü. Kendisine selam verdi ve "iyi günler" diledi. 
 
Bu arada özel koruması kendisine eşlik etmeye başlamıştı. 
 
Villaya uzak bir köşeyi garaj olarak yaptırmıştı Adil Bey. Garajın önünde özel şoförü, Mercedes marka son model lüks arabasını çalıştırmış ve harekete hazır halde kendisini bekliyordu.. 
 
Adil Bey şoförüne gülümseyerek "günaydın" dedi ve kapısı açık olan arka koltuğa yerleşti. Şoförü kapısını kapattı. 
 
Koruması da ön koltuğa oturmuştu. 
 
Villanın kapısı ağır ağır açıldı. 
 
Şoför aracı hareket ettirdi.  
Araç villanın avlusundan çıktı. 
 
Adliyeye doğru hızla yol almaya başladı. 
 
 

 
Adil Bey'in otomobili akıcı trafikte hızla yola alırken, Adil Bey bir taraftan şoförü tarafından alınan günlük gazetelere göz atıyor, diğer taraftan da otomobilinin içindeki mini televizyondan sabah haberlerini izliyordu.  
 
Tüm haberler hemen hemen aynıydı. Genellikle magazin türü haberlerdi. Zayıflamaktan, diyetten, estetik ve plastik ameliyatlardan, vizyona giren filmlerden, hava durumlarından vs. söz ediyorlardı. Toplumun en önemli sorunlarının başında "obezlik" gelmekteydi. Obezlik ve ya da şişmanlıkla ilgili haberler büyük reyting alıyordu. Herkes şişmanlamaktan ve obez olmaktan şikâyet ediyordu.  
 
Araç, etrafı ağaçlarla çevrili yollardan hızla geçerek 20-25 dakika içinde Adliyenin otoparkına gelmişti. Otopark Adliyenin bodrum katındaydı ve birkaç katlıydı. Otopark içinden Yargıç, Savcı ve Avukatlar için özel olarak yaptırılmış asansör bulunmaktaydı. Bu asansör ile doğrudan, Adliyenin her katına ulaşılabiliyordu. 
 
Adliye binası son derece büyük ve modern bir binaydı.  
Şehrin en güzel ve ihtişamlı yapısı sayılırdı. 
Merkezi bir bölgede yaptırılmış ve ulaşımı da çok kolaydı. Her semtten Adliyeye metro ve diğer toplu ulaşım araçlarıyla en fazla 20-25 dakikada ulaşılabilmekteydi. Adil Bey de merakını gidermek için birkaç kez metro ile Adliyeye gitmiş ve keyif de almıştı. 
 
Yeni yaptırılmış olan binanın projesi, yüzlerce proje arasından seçilmişti. Projede tüm ihtiyaçlar önceden düşünülmüş, pek çok hukukçunun görüşleri alınarak düzenlenmişti.  
 
Binanın büyük ve biraz da karışık olması nedeniyle, girişten başlayarak hemen her katta ve hatta her koridor başlarında "danışma" masaları kurulmuştu. Bu şekilde herkes gitmek istediği yere kolaylıkla ulaşabilmekteydi. 
 
Adil Bey hızlı adımlarla birkaç koridor geçti. Yürümüş olmak için yürüyen merdivenlere dahi binmedi. 
 
Kendine ayrılmış odasına geldiğinde, asistanı kendisini; 
"- Günaydın Efendim" diyerek karşıladı. 
"- Günaydın Gizem Hanım" diye karşılık verdi Adil Bey. 
 
Koltuğuna otururken, masasında birkaç dosya ve imzalanması gereken birkaç yazı olduğunu gördü. Bunlar yeni dava dosyaları ve bazı kurumlardan bilgi istenmesine ilişkin tezkerelerdi. 
 
Adil Bey'in makam odası, oldukça geniş ve havadardı. Girişe yakın bir yerde ahşaptan yapılmış şık bir masa ile solunda da plazma ekran monitörü taşıyan ayrı küçük bir masa daha vardı. Masanın tam karşısında; deri kaplamalı biri üçlü, diğerleri tekli dört koltuk ve ortada da masa ve koltuklara uyumlu sehpadan oluşan oturma gurubu vardı. Cama yakın bölümde ise, bir toplantı masası ve sekiz kişilik sandalyeleri bulunmaktaydı. Cam kenarlarına ve boşluklara saksılı çiçekler ustaca yerleştirilerek odaya ciddi bir hava verilmişti. Binanın ısıtılması ve havalandırılması merkezi sistemle yapılmaktaydı. 
 
Adil Bey, önündeki evrakları incelemeye başlarken, kahvesi de önüne gelmişti. Asistanı, Adil Bey'in her sabah sade bir Türk kahvesi içtiğini bildiğinden, kendisine sormadan kahvesini söylerdi.  
 
Adil Bey köpüklü kahvesini yudumlarken; 
"- Gizem Hanım, bugün yeni iddianame geldi mi bize?" diye sordu. 
"- Evet Efendim, yeni bir iddianame geldi, basının da ilgisini çeken bir soruşturma dosyası" dedi asistanı. Adil Bey merakla; 
"- Suç neymiş" diye sordu. Asistanı da; 
"- Çevreyi Koruma Yasasına aykırı davranmak Efendim" dedi.  
 
Genellikle bu tür davalar geliyordu Adil Bey'in Başkanlığı'nı yaptığı Ağır Ceza Mahkemesine. Toplumun çok duyarlı olduğu bu konu ile ilgili suçlar Ağır Ceza Mahkemesi'nin görev alanına alınmıştı. Esasen; adam öldürme, yaralama, tecavüz, kapkaç, gasp, hırsızlık gibi suçlarla ilgili dava sayısı neredeyse senede en fazla iki ya da üç dosyayı geçmeyecek kadar azdı. Mahkemelere genellikle, toplumsal düzeni bozmak, kişi hak ve özgürlüklerine tecavüz, hayvan haklarına aykırı davranışlar, çevre ve doğaya verilen zararlar, iltica etmek isteyenlerle ilgili suçlar, bilişim suçları ve teknolojik suçlarla ilgili davalar gelmekteydi. Bu davaların failleri de çoğunlukla yabancı uyruklu kişilerdi. 
 
 
"- Sanık ne yapmış" diye sordu Adil Bey Asistanına; 
"- Arabasından, bir pet su şişesinin caddeye atıldığı iddia ediliyor Efendim" dedi Asistanı.  
 
"Kamuoyunda infial yaratacak bir olay" diye düşündü Adil Bey. Sonra da Asistanına dönerek; 
"- Gizem Hanım, bana çok acele bu konu ile ilgili her türlü mevzuatı bulun. Yargıtay ve diğer Yüksek Mahkemelerin web sitelerine girin ve bu konu ile ilgili verilmiş tüm kararlardan bana birer çıktı alın. Haaa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Uluslararası tüm doktrinel görüş ve Mahkeme kararlarını bulmanızı da istiyorum. Acele edin lütfen" dedi. Asistanı; 
"- Tabi Efendim" diyerek odadan çıktı ve Adil Bey de, önündeki soruşturma dosyasını incelemeye başladı. 
 
İddiaya göre; " bir caddede seyir hâlinde olan sanığın otomobilinin arka camından, boş bir pet şişesi caddeye atılmıştı". Sanığın otomobilinin arkasında seyir hâlinde olan sorumlu ve duyarlı başka bir otomobil sürücüsü de, sanığın otomobilinin plâkasını alıp, suç duyurusunda bulunmuştu.  
 
Soruşturma dosyasında ihbar edenin ifadesi, sanığın avukatı ile birlikte vermiş olduğu ifade, suç konusu pet şişenin ele geçirildiğine dair tutanak ve resmi, video kaydı, olay yeri krokisi, görgü tanıklarının ifadeleri gibi belgeler bulunmaktaydı. 
Her ne kadar sanık ifadesinde "suç konusu pet şişeyi arka koltukta oturan altı yaşındaki küçük oğlunun attığını" savunmuş olmasına karşın, soruşturma dosyasındaki belgelere göre "iddianamenin kabulü ve sanık hakkında kamu davası açılması gerekiyor" diye düşündü Adil Bey.  
 
Adil Bey, dâhili telefondan asistanını çağırdı. Asistanı elinde bir sürü yazılarla odasına girdi. 
"- İstemiş olduğunuz iç hukuk mevzuatı, Yüksek Mahkeme kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla Uluslar arası Hukuka ait tüm dökümleri çıkarttık Efendim" diyerek, elinde getirdiği yazılı kâğıtları Adil Bey'in önüne koydu.  
"- Teşekkür ederim Gizem Hanım, ben bu yazıları incelerken, siz de diğer üye arkadaşlarımızı bu konu ile ilgili olarak görüşmek üzere odamda toplantıya çağırın lütfen" dedi. 
 
Kısa bir süre sonra Adil Bey'in Başkanlığını yaptığı Ağır Ceza Mahkemesi'nin diğer üyeleri de Adil Bey'in makam odasına gelmişlerdi. 
 
Adil Bey'in söylediği çayların da gelmesi üzerine, hep birlikte toplantı masasına geçtiler ve soruşturma dosyasını tartışmaya başladılar. 
 
Adil Bey'in makam odasının kapısındaki kırmızı renkli "girilmez" uyarısı yanmaya başlamıştı.  
 
Yaklaşık iki saat sonra Adil Bey asistanını çağırmış ve Asistanına: 
"- Dava dosyasını hazırlayın, öğleden sonra duruşma yapacağız... sanığa, müdafiine ve diğer ilgililere tebligat yapın" demişti. 
 
Bir gün içerisinde Savcılık iddianamesini hazırlamış, Ağır Ceza Mahkemesi de aynı gün davayı açarak "öğleden sonra duruşma yapılmasına" karar vermişti. 
 
Adil Bey'in Başkalığını yaptığı Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma salonunda görevliler hararetli bir şekilde hazırlık yapmaya başlamışlardı. 
 
Temizlikçiler kürsüyü ve dinleyicilerin oturacağı bölümü temizlemeye çalışırken, bilgisayar teknisyenleri kürsüdeki bilgisayarları ve yazıcıları, ses teknisyenleri ses düzenini ve elektrik teknisyenleri de elektrik ve havalandırma sistemlerini yeniden gözden geçiriyorlardı. 
 
Salonun dışında kalabalık bir basın ordusu merakla duruşmayı bekliyorlardı. 
 
 

Adil Bey'in Başkanlığı'nı yaptığı mahkeme salonunun çıkış kapısının önü ana baba günüydü. Gazeteciler, foto muhabirleri, yerel ve ulusal televizyon kanallarının muhabir ve kameramanları, meraklı bir bekleyiş içindeydi. 
 
Birden tüm kameraların ışıkları yanmaya ve flaşlar patlamaya başladı. Yaklaşık dört saat süren duruşma bitmiş, izleyiciler ve basın mensupları dışarı çıkmaktaydı.  
 
Birden kalabalık ve kameralar, çıkan birkaç kişiye doğru yönelmişti. Bunlar sanık ile, biri bay diğeri bayan avukatlarıydı. Basın mensupları önlerini kesmiş ve açıklama bekliyorlardı. 
 
Bayan avukat, kameralar önünde kendisine uzatılan mikrofona yaklaştı ve ağır ağır konuşmaya başladı: 
"- Değerli Basın Mensupları, bildiğiniz gibi müvekkilimiz hakkında çevreye zarar vermek suçlamasıyla dava açılmışsa da, yapılan yargılama sonucunda iddiaya konu pet şişesini, müvekkilimize ait aracın arka koltuğunda oturan küçük oğlunun, otomobilin camının istem dışı açılması ile dışarı attığı anlaşılmıştır. Her ne kadar, kapı camlarını içerden kilitlemeyi unutan müvekkillerimizi Sayın Mahkeme kusurlu bulmuşsa da, bu yönde kendisini uyarmış, ancak suç işleme kastının bulunmadığını nazara alarak da, müvekkilimizin aklanmasına karar vermiştir" şeklinde açıklama yaptı. 
 
Bir muhabirin; 
"- Sayın Avukat; pet şişesini caddeye, arka koltukta oturan küçük çocuğun attığı nasıl kanıtlandı?" diye sorması üzerine, bayan avukat; 
"- Cadde üzerindeki güvenlik kameralarının kayıtlarında bu durum açıkça görüldü. Ayrıca pet şişesi üzerindeki parmak izlerinin de küçüğe ait olduğu saptandı" dedi. 
 
Bir başka muhabirin; 
"- Müvekkiliniz, kendisini ihbar eden kişi hakkında tazminat davası açmayı düşünüyor mu" şeklindeki sorusuna da; 
"- Hayır. hayır." diye net bir tavırla cevap verdi ve devamla; 
"- Müvekkilimiz, ihbarı yapan kişinin vatandaşlık görevini yaptığını düşünmekte ve değil tazminat davası açmak, en kısa süre içinde kendisine teşekkür ziyareti yapmayı düşünmektedir" dedi. 
 
Çağdaş toplumlara özgü bir olay yaşanmış, çevrenin kirletildiğini gören duyarlı bir vatandaş olayı Mahkemeye kadar taşımış ve kısa süre içinde yapılan yargılama sonucunda da bunun, ceza ehliyeti olmayan küçük bir çocuk tarafından yapıldığı saptanmıştı. Buna benzer olaylar ve davalar sıkça yaşanırdı. Toplumun hukuk düzenine, yargıya, hak ve özgürlüklere olan duyarlılığı her geçen gün artmaktaydı. Bunda; eğitim ve refah düzeyinin çok yüksek olmasının rolü büyüktü. 
********* 
 
Adil Bey, dört saat süren duruşma sonucunda gerçeğin ortaya çıkmış ve yapılan âdil yargılama sonucunda da, vicdana ve hukuka uygun karar alınmış olmasının tatlı yorgunluğu içinde makam odasına döndü. 
 
Asistanı hemen gelmiş ve günlük diğer işler hakkında bilgi vermeye başlamıştı. Kısa bir süre içinde kahvesi ve suyu da gelmişti. Asistanı bir taraftan işler hakkında bilgi verirken, diğer taraftan da; 
"- Efendim bu akşam ki sanat ve kültürel etkinliklerin listesini yaptım" dedi. 
"- Neler varmış, nerelere gidebiliriz bakalım" diye sordu Adil Bey.  
Genellikle her mesai çıkışında bazen ailesi, bazen de iş arkadaşlarıyla birlikte tüm sanat ve kültürel etkinlikleri kaçırmamaya çalışırdı Adil Bey.  
"- Devlet Opera ve Bale Sanatçıları tarafından oynanan Kuğu Gölü Balesi." derken, Adil Bey sözünü kesti; 
"- Onu geç Gizem Hanım, birkaç kez izledim" dedi.  
"- Kültür Sarayı Büyük Salonda Saraydan Kız Kaçırma Operası, diğer salonda da Mozart' ın 3. Senfonisi var" diye devam ederken; 
"- Canım bugün klâsik müzik dinlemek istiyor, şöyle koltuğa gömülüp klâsik müzikle ruhumu dinlendirmek istiyorum Gizem Hanım" dedi Adil Bey. Sonra devam etti ve birden aklına gelmişçesine; 
"- En iyisi kızımı arayım, Güzel Sanatlarda okuyor, ne de olsa sanatçı sayılır, Kızımla sanat ve kültür zevklerimiz çok uyuşur" dedi ve cep telefonu ile kızını aradı. Bu arada Asistanı yanından ayrılmıştı. 
"- Efendim Babacığım" diye karşılık verdi telefonda Adilay. 
"- Güzel kızım bu akşam acaba nereye gitmek ister acaba?"diye neşeli bir ifadeyle sordu Adil Bey. 
Karşıdan; 
"- Baaaaabaaaaa!!!!!!" diye şaşkınlık dolu bir çığlık geldi. Adil Bey şaşırmıştı kızının tepkisine. 
"- Hayrola güzel kızım neden şaşırdın?" diye, korkarak sordu. 
"- Baba sana inanmıyorum ya." diye şaşkınlığını devam ettirdi Adilay. 
Adil Bey'in şaşkınlığı daha da artmıştı. 
"- Meraktan öldürme insanı kızım, ne oldu söylesene" diye, yeniden sordu. 
"- Baba, bugün senin için bir anlam ifade etmiyor mu?" diye soruyla cevap verdi Adilay.  
 
Adil Bey bir an düşündü; "unuttuğum bir şey mi var acaba?" diye düşünürken. 
 
Birden ayağa kalktı istem dışı olarak. Anımsamıştı. 
 
Bugün 6 Şubat'tı ve evliliğinin yıl dönümüydü. 
 
"- Ah. ah.. Nasıl unuturum. İnanmıyorum kendime" diye şaşkınlığını sürdürürken; 
"- İyi ki aramışım seni Kızım, yalnız senden bir ricam var, lütfen bu günü unuttuğumu annene söyleme. " dedi. 
"- Akşam hepimizi lüks bir restorana götürürsen elbette söylemem, aksi halde." diye hınzırca bir şantaja başlamıştı ki Adilay, sözünü kesti Adil Bey; 
"- Tamam tamam. Biliyorsun zaten götüreceğimi. Seni pis şantajcı. Ama yine de sana teşekkür borçluyum." dedi, telefonu kapadı.  
 
Koltuğuna biraz daha gömüldü.  
Düşünmeye başladı. 
Ne kadar çabuk geçiyordu şu zaman. 
Daha dün gibiydi eşiyle tanışması. nişân. ve evliliği. 
Bol kar yağışlı bir gündü yine. 
Yeniden yaşıyordu o günü sanki. 
Tarih; 6 Şubat 2076' ydı. 
Aradan tam 24 yıl geçmişti. 
Ve bugün takvim yaprakları; 
6 Şubat 2100 tarihini gösteriyordu. 

Bu öykü Adalet Org Sitesinde yayınlanmıştır 








 
 
 
Sarı Hukuk Bürosu avtr.net üyesidir.